Bengu
New member
Sığmazam Ne Anlama Gelir? – Kalbe Sığmayanların Hikâyesi
Bir akşamüstüydü. Forumun sessiz köşesinde kahvemi yudumlarken klavyenin başına geçtim. “Arkadaşlar,” dedim içimden, “bugün size bir hikâye anlatacağım. Çünkü bazen bir kelime, bin sayfadan fazla şey söyler.”
O kelime “Sığmazam.”
Kulağa tuhaf, hatta biraz eski geliyor olabilir ama bu kelimenin içinde öyle bir derinlik var ki, insan sadece anlamını değil, hissini de öğrenmek istiyor.
---
1. Bir Kelimenin Kalbi: Sığmazam’ın Kökeni
“Sığmazam” kelimesi, 13. yüzyılın mistik nefeslerinden doğmuş. Yunus Emre’nin dizelerinde yankılanır:
> “Sığmazam ben bu cihana, cihan benim içimdedir.”
Bu kelime, benliğin sınırlara sığmayan hâlini, insanın içindeki aşkın taşkınlığını, Tanrı’ya ya da evrene duyulan sonsuz bağlılığı anlatır. “Ben, ben değilim; varlığım, varlığın içinde erimiş” diyen bir ruhun çığlığıdır aslında.
Ama gelin, bunu kuru bir tarih dersi gibi değil, bir hikâyenin içinde yaşayalım. Çünkü bazen bir kavramı anlamanın en güzel yolu, onun yaşandığı bir kalbin içine girmektir.
---
2. Hikâye Başlıyor: Leyla’nın Aynası
Leyla, tarih öğretmeniydi. Her dersinde öğrencilerine sadece olayları değil, duyguları da anlatırdı.
Bir gün tahtaya kocaman harflerle yazdı: “Sığmazam.”
Sınıfta sessizlik oldu.
Öğrencilerden biri sordu:
— Hocam, “sığmazam” ne demek?
Leyla gülümsedi.
— Bir insanın, kalbine sığmadığı hâl… dedi.
Sonra durdu, tahta kalemini elinde çevirdi.
— Ama bunu anlamak için bir hikâye dinlemelisin.
Ve o anda anlatmaya başladı; hem kendi hikâyesini hem de Anadolu’nun kadim ruhunu.
---
3. Ahmet’in Savaş Planı: Akılla İnancı Dengelemek
Ahmet, Leyla’nın dedesiydi. Kurtuluş Savaşı yıllarında küçük bir köyde öğretmenlik yaparken cepheye katılmıştı.
O yıllarda “iman” sadece inanç değil, stratejiydi de.
Ahmet, köyün erkeklerini örgütlerken planlıydı, akılcıydı, çözüm odaklıydı.
Ama geceleri dua ederken gözleri dolardı. Çünkü o, hem düşmanı yenmek hem de içindeki korkuyu bastırmak zorundaydı.
Bir gün günlüğüne şöyle yazmıştı:
> “Sığmazam bu toprağa. Çünkü yüreğimde hem korku hem umut var. İkisi de aynı yere sığmıyor.”
Ahmet’in bu sözleri, sadece savaşın değil, insanın içsel çelişkisinin de özeti gibiydi.
“Sığmazam”, bir yandan taşan bir inanç, bir yandan dar gelen bir dünya demekti.
---
4. Leyla’nın Seçimi: Empatinin Gücü
Yıllar sonra, Leyla da dedesi gibi bir sınavla karşılaştı.
Bir gün okulda bir öğrencisi haksız yere suçlandı. Yönetim, “disiplinsizlik” dedi; Leyla ise çocuğun sadece anlaşılmadığını fark etti.
Toplum, hızlı yargıladı. Leyla ise yavaş düşündü.
Bir toplantıda şöyle dedi:
> “Birini anlamadan cezalandırmak, cihana sığmamaktır. Çünkü adalet, sadece kural değil, vicdandır.”
O an herkes sustu.
Leyla’nın sözleri, o eski kelimenin bugünkü yankısıydı.
Sığmazam — çünkü vicdan bazen bürokrasiden büyüktür.
---
5. Aşkın Derinliği: Kalbe Sığmayan Duygular
Leyla’nın hayatında bir de Emre vardı. Tarih değil, kalbin sayfalarına yazılmış bir hikâyeydi bu.
Emre mantıklıydı, her şeyin çözümünü bulurdu.
Leyla ise duyguları sezgisel bir dille konuşurdu.
Bir akşam, tartıştılar.
Emre, “Her şeyin bir açıklaması var,” dedi.
Leyla sessizce karşılık verdi: “Peki ya açıklanamayanlar?”
O gece Emre, pencereden yıldızlara baktı ve ilk defa “anlamanın” mantıktan daha derin bir şey olduğunu fark etti.
Ertesi gün Leyla’ya bir not bıraktı:
> “Sığmazam sana; çünkü seninle var olmak, tanımı olmayan bir evrende yaşamak gibi.”
İşte o anda, iki farklı yaklaşım — stratejik ve empatik — aynı yolda birleşti.
---
6. Tarihten Günümüze: Sığmazam’ın Toplumsal Yankısı
“Sığmazam” sadece bir kişisel duygu değil, toplumsal bir haldir aslında.
Bir köylünün emeğinin karşılığını alamaması, bir gencin hayallerinin kalıplara sığmaması, bir annenin evladına duyduğu tarifsiz sevgi...
Hepsi aynı cümlede birleşir: “Bu kalp bu dünyaya sığmaz.”
Toplum, insanı sınırlar içinde tanımlar:
“Şöyle davran, böyle düşün, fazla hissetme.”
Ama insanın özü, taşan bir nehirdir.
İşte bu yüzden “sığmazam” kelimesi, bir başkaldırının da sembolüdür.
Bu kavramın kökleri, tasavvufun derinliklerine kadar iner.
Yunus Emre’den Hallac-ı Mansur’a, Mevlânâ’dan günümüz insanına uzanan bir çizgide hep aynı mesaj vardır:
> “İçindeki ışığı kalıplara sığdırma.”
---
7. Son Söz: Sığmazam, Çünkü İnsanım
Leyla, bir forum akşamında bu hikâyeyi paylaştı.
Yorumlar yağdı:
— “Hocam, bu kelime bana kendimi hatırlattı.”
— “Sığmazam, aslında insanın ruh hâliymiş.”
— “Belki de sığamamak, doğru yerde olduğumuzun kanıtıdır.”
Leyla gülümsedi. Çünkü anlamıştı: Sığmazam, herkesin hikâyesinde gizli bir yankıydı.
Kimi aşka sığmaz, kimi sisteme, kimi hayata.
Ama belki de mesele sığmak değil; taşmak, taşarken çoğalmak.
Ve kim bilir, belki de gerçekten olgunlaşmak, bir gün aynaya bakıp şöyle diyebilmektir:
> “Sığmazam ben bu cihana, çünkü kalbim sınır tanımıyor.”
---
Bu kelimeyi anlamak, sadece bir lügat işi değil; bir yaşam tecrübesidir.
Ve belki de bu yüzden, “sığmazam” diyen herkesin içinde biraz Yunus, biraz Leyla, biraz da biz varız.
Bir akşamüstüydü. Forumun sessiz köşesinde kahvemi yudumlarken klavyenin başına geçtim. “Arkadaşlar,” dedim içimden, “bugün size bir hikâye anlatacağım. Çünkü bazen bir kelime, bin sayfadan fazla şey söyler.”
O kelime “Sığmazam.”
Kulağa tuhaf, hatta biraz eski geliyor olabilir ama bu kelimenin içinde öyle bir derinlik var ki, insan sadece anlamını değil, hissini de öğrenmek istiyor.
---
1. Bir Kelimenin Kalbi: Sığmazam’ın Kökeni
“Sığmazam” kelimesi, 13. yüzyılın mistik nefeslerinden doğmuş. Yunus Emre’nin dizelerinde yankılanır:
> “Sığmazam ben bu cihana, cihan benim içimdedir.”
Bu kelime, benliğin sınırlara sığmayan hâlini, insanın içindeki aşkın taşkınlığını, Tanrı’ya ya da evrene duyulan sonsuz bağlılığı anlatır. “Ben, ben değilim; varlığım, varlığın içinde erimiş” diyen bir ruhun çığlığıdır aslında.
Ama gelin, bunu kuru bir tarih dersi gibi değil, bir hikâyenin içinde yaşayalım. Çünkü bazen bir kavramı anlamanın en güzel yolu, onun yaşandığı bir kalbin içine girmektir.
---
2. Hikâye Başlıyor: Leyla’nın Aynası
Leyla, tarih öğretmeniydi. Her dersinde öğrencilerine sadece olayları değil, duyguları da anlatırdı.
Bir gün tahtaya kocaman harflerle yazdı: “Sığmazam.”
Sınıfta sessizlik oldu.
Öğrencilerden biri sordu:
— Hocam, “sığmazam” ne demek?
Leyla gülümsedi.
— Bir insanın, kalbine sığmadığı hâl… dedi.
Sonra durdu, tahta kalemini elinde çevirdi.
— Ama bunu anlamak için bir hikâye dinlemelisin.
Ve o anda anlatmaya başladı; hem kendi hikâyesini hem de Anadolu’nun kadim ruhunu.
---
3. Ahmet’in Savaş Planı: Akılla İnancı Dengelemek
Ahmet, Leyla’nın dedesiydi. Kurtuluş Savaşı yıllarında küçük bir köyde öğretmenlik yaparken cepheye katılmıştı.
O yıllarda “iman” sadece inanç değil, stratejiydi de.
Ahmet, köyün erkeklerini örgütlerken planlıydı, akılcıydı, çözüm odaklıydı.
Ama geceleri dua ederken gözleri dolardı. Çünkü o, hem düşmanı yenmek hem de içindeki korkuyu bastırmak zorundaydı.
Bir gün günlüğüne şöyle yazmıştı:
> “Sığmazam bu toprağa. Çünkü yüreğimde hem korku hem umut var. İkisi de aynı yere sığmıyor.”
Ahmet’in bu sözleri, sadece savaşın değil, insanın içsel çelişkisinin de özeti gibiydi.
“Sığmazam”, bir yandan taşan bir inanç, bir yandan dar gelen bir dünya demekti.
---
4. Leyla’nın Seçimi: Empatinin Gücü
Yıllar sonra, Leyla da dedesi gibi bir sınavla karşılaştı.
Bir gün okulda bir öğrencisi haksız yere suçlandı. Yönetim, “disiplinsizlik” dedi; Leyla ise çocuğun sadece anlaşılmadığını fark etti.
Toplum, hızlı yargıladı. Leyla ise yavaş düşündü.
Bir toplantıda şöyle dedi:
> “Birini anlamadan cezalandırmak, cihana sığmamaktır. Çünkü adalet, sadece kural değil, vicdandır.”
O an herkes sustu.
Leyla’nın sözleri, o eski kelimenin bugünkü yankısıydı.
Sığmazam — çünkü vicdan bazen bürokrasiden büyüktür.
---
5. Aşkın Derinliği: Kalbe Sığmayan Duygular
Leyla’nın hayatında bir de Emre vardı. Tarih değil, kalbin sayfalarına yazılmış bir hikâyeydi bu.
Emre mantıklıydı, her şeyin çözümünü bulurdu.
Leyla ise duyguları sezgisel bir dille konuşurdu.
Bir akşam, tartıştılar.
Emre, “Her şeyin bir açıklaması var,” dedi.
Leyla sessizce karşılık verdi: “Peki ya açıklanamayanlar?”
O gece Emre, pencereden yıldızlara baktı ve ilk defa “anlamanın” mantıktan daha derin bir şey olduğunu fark etti.
Ertesi gün Leyla’ya bir not bıraktı:
> “Sığmazam sana; çünkü seninle var olmak, tanımı olmayan bir evrende yaşamak gibi.”
İşte o anda, iki farklı yaklaşım — stratejik ve empatik — aynı yolda birleşti.
---
6. Tarihten Günümüze: Sığmazam’ın Toplumsal Yankısı
“Sığmazam” sadece bir kişisel duygu değil, toplumsal bir haldir aslında.
Bir köylünün emeğinin karşılığını alamaması, bir gencin hayallerinin kalıplara sığmaması, bir annenin evladına duyduğu tarifsiz sevgi...
Hepsi aynı cümlede birleşir: “Bu kalp bu dünyaya sığmaz.”
Toplum, insanı sınırlar içinde tanımlar:
“Şöyle davran, böyle düşün, fazla hissetme.”
Ama insanın özü, taşan bir nehirdir.
İşte bu yüzden “sığmazam” kelimesi, bir başkaldırının da sembolüdür.
Bu kavramın kökleri, tasavvufun derinliklerine kadar iner.
Yunus Emre’den Hallac-ı Mansur’a, Mevlânâ’dan günümüz insanına uzanan bir çizgide hep aynı mesaj vardır:
> “İçindeki ışığı kalıplara sığdırma.”
---
7. Son Söz: Sığmazam, Çünkü İnsanım
Leyla, bir forum akşamında bu hikâyeyi paylaştı.
Yorumlar yağdı:
— “Hocam, bu kelime bana kendimi hatırlattı.”
— “Sığmazam, aslında insanın ruh hâliymiş.”
— “Belki de sığamamak, doğru yerde olduğumuzun kanıtıdır.”
Leyla gülümsedi. Çünkü anlamıştı: Sığmazam, herkesin hikâyesinde gizli bir yankıydı.
Kimi aşka sığmaz, kimi sisteme, kimi hayata.
Ama belki de mesele sığmak değil; taşmak, taşarken çoğalmak.
Ve kim bilir, belki de gerçekten olgunlaşmak, bir gün aynaya bakıp şöyle diyebilmektir:
> “Sığmazam ben bu cihana, çünkü kalbim sınır tanımıyor.”
---
Bu kelimeyi anlamak, sadece bir lügat işi değil; bir yaşam tecrübesidir.
Ve belki de bu yüzden, “sığmazam” diyen herkesin içinde biraz Yunus, biraz Leyla, biraz da biz varız.